TÜRKÇE

Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun W-20 Türkiye Toplantısı’nda Yaptığı Konuşma

BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU- … ilk defa bu toplantı yapılıyor ve Türk Dönem Başkanlığı olarak bunu başlattık, bundan da gurur duyuyoruz.

Bu tarihi toplantının birkaç tane sebebi var.

Öncelikle mantalite değişiyor, mantaliteyi değiştirmeden tarihi değiştiremezsiniz ve ana yaklaşımımızı değiştirmeden kadını tarihte nasıl gördüğümüzü bilmeden tarihi değiştiremezsiniz. Tarih boyunca maalesef kadınlar her zaman için bir obje olarak ve tarihin akışının etkilenen tarafı olarak görüldü ve sanki tarihi yürütenler olarak görüldü ve insanlık için esasında kararları alanlar ve tarihi akışı belirleyenler olarak görülmeliydi. G-20 küresel ekonominin lokomotifidir ve bu platformda eğer kadın olmazsa bu mantalite, yani eski mantalite devam eder, yani sadece erkekler gelecekte neler olacağına karar verir. Bu inisiyatifle biz bunu değiştiriyoruz. Biz bu inisiyatifle bu anlayışta ve mantalitede köklü bir değişiklik yapmak istiyoruz. Kadınlar ve erkekler Allah’ın yarattığı eşit varlıklardır ve hepsinin aynı haklar ve sorumlulukları vardır ve güçleri ve insanlığın geleceğini belirleme konusunda bu güçleri ortaktır.

Aynı zamanda şunu da görmek çok önemli: Genellikle kadınlar bedeli öderler. Erkeklerin almış oldukları kararların bedelini genelde kadınlar öderler. Kadınlar savaşın mağdurlarıdır, kadınlar çocuklara bakmak zorunda kalanlardır, savaşlardan sonra öksüzlere, yetimlere kadınlar bakarlar.

Burada iki tane gösterge var, bir ülkenin, o ülkenin halkı için iki tane barometresi var.

Bir ülkeye girdiğiniz zaman havaalanına bakın, eğer havaalanı dinamikse, insanlar gidiyorlar, geliyorlarsa orada istikrar vardır ve refah vardır.

İkincisi ise, o ülkenin kadınlarının yüzüne bakın, eğer kadınların yüzü gülüyorsa o ülkede, eğer sokağa çıktığınızda o ülkede kadınların yüzüne baktığınızda kadınlar gülümsüyorsa, daha iyi bir dünyaya gülümsüyorsa o ülkenin de mutlu olduğunu anlarsınız. Çünkü refah sadece havaalanına bakmakla anlaşılabilir, ama mutluluk o ülkenin kadınlarının yüzünden anlaşılabilir ancak.

Ben farklı ülkelerden 4 farklı kadının yüz ifadelerini unutamıyorum.

Bir tanesi 4 sene öncesindeydi Somali’ye gittiğimde, Somali’de o zaman, şimdiki Cumhurbaşkanımız o zaman Başbakan Sayın Erdoğan’la ailelerimizle beraber gitmiştik oraya ve oradaki kadınların yüzündeki umutsuz ifadeyi görmüştük ve o anneleri, çocuklarını kaybetmiş olan anneleri görmüştük. Ben hala hatırlıyorum, orada bir tane hanımefendi 3-4 aylık bir bebeğini susuzluk nedeniyle kaybetmiş anneydi, çok küçük bir çadırın içerisinde yaşıyordu. Daha sonra biz Somali’ye yardım etme kararı aldık, Somali’nin kaderini, Somalili kadınların kaderini değiştirmek için aldık bu kararı. Bugün Türkiye Somali’ye her alanda destek veriyor, sokakları, evleri, hastaneleri, okulları inşa etmek için ve yetimlere bakmak için. Şu anda binlerce Somalili öğrenci Türkiye’de eğitim alıyor.

Bir başka hanımefendi ise, geçtiğimiz sene Ramazan’da biz mülteci kampını ziyaret ettiğimiz zaman 17 yaşındaydı zannedersem, eşimle beraber gitmiştim, mülteci kampında bir çadırda yaşıyordu ve Suriye’den kaçmıştı, şu anda sıkıntıları olan Suriye’den. Bir bombardıman sonrasında bacaklarından bir tanesi kesilmişti, ampüte edilmiş ve bacağını kaybetmişti. Onun yüzünde de görebiliyordunuz, bütün Suriye halkının sahip olduğu o kötü anıları onun yüzünden okuyabiliyordunuz. Güzel bir genç kız bizim kızlarımız gibi, bizim evlatlarımız gibi, 3-4 sene öncesinde hayalleri olan bir genç kız. Sadece hayallerini kaybetmekle kalmadı, bir bacağını kaybetti ve mutluluğunu da kaybetti. Tek istediği şey bizden bir protez bacaktı ve biz de yardım ettik ve yardım etmeye de devam edeceğiz.

İki-üç gün önce bir fotoğraf hepimizi etkiledi biliyorsunuz, Aylan’ın fotoğrafı, 3 yaşındaki çocuğun fotoğrafı. Son dakikalarının ne olduğunu, o çocuğun annesinin yaşadığı o dakikaları tahayyül edebilir misiniz? Galip ve Aylan çocukların ismi. O anne o suyun ortasında o çocukları kurtarmak için elinden gelen her şeyini yapmıştır; ben eşimle de konuştum.

Abdullah el-Kürdi o çocuğun babası, Suriye’den ailesiyle beraber kaçmış ve bir birey olarak tek başına Suriye’ye iki tane çocuğunun cenazeleriyle dönmüş. Peki bundan kim sorumlu, Suriye’den kaçanlar mı? Bugün Avrupa’da birçok yerde bu insanlara suçlu muamelesi yapılıyor. Bu insanlar Avrupa’nın refah cennetlerine gitmek istiyorlar, ama ben biliyorum ki Suriye halkı için gerçek cennet kendi memleketleri. Eğer gerçekten zorunda kalmasalar bu insanlar evlerini terk etmezler. Eğer buna zorlamasalar, bu baskı altında kalmasalardı, bir terörist rejimin ve bir terör grubunun baskısı altında olmasalar, aileleriyle beraber ülkelerini bırakıp Ege Deniz’ini geçip Avrupa’ya gitmek isterler mi?

Dolayısıyla, bu kamplarda baktığınız zaman kadınların yüzünden anlıyorsunuz. Bir kadın bir savaşın bedelinin ne olduğunu bilir ve kadınlardır kahramanlar. Genellikle kahraman dediğimiz zaman hep erkekler akla gelir ama, tarihin gerçek kahramanları cesaretle bedeli ödeyenler, yani kadınlardır, erkeklerin almış olduğu kararların bedelini ödeyenler kadınlardır. Bütün insanlık adına kadınlar bu bedeli, bu yükü sırtlarında taşıyorlar.

Bir başka yüz, bu yıl Ramazan’da bir eve konuk oldum Ankara’da iftar için, bir mülteci eviydi, Telafer’den, Irak’tan kaçmışlar gelmişler. Ve bir hanımefendi, 15-20 tane bireyi olan 3 aileye bakmak sorumlu, her gün o kadar insana küçücük evin içerisinde çok az bir parayla yemek hazırlamak zorunda olan bir kadın. Irak’ta yapılan bütün hataların bedelini bu kadın ödüyor.

Ve son olarak geçtiğimiz Temmuz ayında Srebrenitsa’daydık, Srebrenitsa’daki soykırımın 20. anma yıl dönümü vesilesiyle. Orada yaşlı bir kadın vardı ve bana el salladı, Bosna aksanıyla esasında, Türkçe de bilmiyordu, Ahmet Bey Ahmet Bey diye böyle bana seslendi -zannedersem 80 yaşlarında- ve Türkiye’ye minnettar olduklarını söyledi, çünkü savaş zamanında Türkiye Bosna’dan kaçan insanlara kucak açtığı için. Ve şunu söyledi: Eğer Türkiye güçlüyse biz de güçlüyüz, umutluyuz, Türkiye güçlü değilse biz umutsuzuz dedi. O hanımefendi eşini ve 2 oğlunu Srebrenitsa’daki soykırımda kaybetmiş. Ve bizi evine davet etti, oraya gittik ve evinde hala kurşun izleri vardı ve Srebrenitsa’da o olaylar esnasında neler yaşadığını bize anlattı. Ben tahayyül bile edemiyordum o zaman olan biten hakkında, ama bize anlattıkları gerçekten bizi çok rahatsız etti ve çok acı verdi. Kocası ve evlatlarından 2 tanesi ondan alınmış, kopartılmış o kalabalığın içerisinde ve onları bir daha görememiş. Bu gerçekten acı verici.

Esasında böylesine mutlu bir etkinlikte ben sizleri üzmek istemem bunları anlatarak, ancak kadınların sadece etkilenen bir obje olarak kalmasına artık tahammül edemeyiz, kadınlar tarihin yön veren subjeleri olmalı, tarihin özneleri olmalı. Biz bunun altını çizmezsek, biz bunu vurgulamazsak ve hanımefendilere biz bu fırsatı vermezsek; ki kadınlar merhametin sembolüdür, o zaman baskı, şiddet devam edecek ve baskı ve şiddet kendi koşullarını bize dikte etmeye devam edecek. Ama biz merhamete, şefkate atıfta bulunursak, kadınların merhametine, şefkatine atıfta bulunursak, o zaman dünyada çok daha adil bir ekonomik düzen olur, barışçıl bir siyasi ortam olur ve çok daha da önemlisi insani bir vicdan olur.

Şimdi sizin katkılarınıza ihtiyaç duyuyoruz, insanlığın vicdanına ihtiyacımız var, sizin merhametinize, şefkatinize ihtiyacımız var, G-20 içerisinde adil bir ekonomik küresel düzen için sizin katkınıza ihtiyacımız var.

Biz de G-20 Dönem Başkanlığını üstlendiğimiz zaman 3 tane I’dan bahsettik öncelik olarak.

Inclusiveness, yani ilk I’yla belirtilen kapsayıcılık. Kapsayıcılık çok önemli, kapsayıcılık bugünün birçok sorununu çözebilir. Neden bu kadar fazla siyasi sıkıntımız var? Mesela Suriye’de neden veya Irak’ta neden bu sıkıntımız var? Çünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bir karar almayı başaramadı, doğru kararları, gerekli kararları doğru zamanda almayı başaramadı, çünkü 5 tane daimi üye BM Güvenlik Konseyi’nde neyin olup biteceğine karar veriyordu. Evet, biz münferit devletler olarak bu ülkelere saygı duyuyoruz, ama Suriye’de ve Irak’ta olan bitenin bedelini onlar ödemiyor, biz ödüyoruz, Suriye’nin komşusu olarak biz ödüyoruz bu bedeli. 2 milyon sığınmacı P5 ülkesine gitmiyor, onlar Türkiye’ye geliyor, Lübnan’a gidiyorlar, Ürdün’e gidiyorlar. Ancak bu 5 tane ülke her şeye karar veriyor ve komşu ülkeler sadece o ülkeden kaçıp gelen insanları barındırmak için mülteci kampları inşa edebiliyor.

Bu önemli bir husus, bunun takipçisi olmamız lazım. Çünkü kapsayıcılık dediğimiz zaman, kapsayıcılık en iyi kavramdır, bunun altını çizmek istiyorum. Kapsayıcı bir çözüm süreci olmak durumunda, BM sistemi içerisinde barış çalışmaları kapsayıcı bir sistemle gitmeli. Eğer Afrika’da ekonomik bir problem varsa ve eğer ekonomik karar alma süreçlerine Afrika ülkeleri katılamıyorsa, o zaman bu kapsayıcılık değildir. Kapsayıcılık geleceğin planlarının, projelerinin hepimiz için temel kavramıdır. Kapsayıcılık bu bağlamda sadece bütün ülkelerin kapsam içerisinden müteşekkil değil, bütün insanlığın kapsanması, erkekler ve kadınlar, gençler ve yaşlılar, yoksullar ve zenginler ve her tipten insan karar alma süreçlerine dahil edilmeli. İşte bu nedenle biz bu etkileşim grubunu kurduk W-20.

Ve Sayın Büyükelçi Sinirlioğlu’nun da belirttiği gibi başka meseleler de var ve tabi ki ek mekanizmalar G-20 sürecine yardımcı olabilirler. Ama tarih şunu görecektir: Önümüzdeki yıllarda ve önümüzdeki on yıllarda biz bu almış olduğumuz kararın doğru bir karar olduğunu göreceğiz. Ve bu toplantı sadece G-20’nin tarihinde yazmayacak, insanlık tarihinde de yazacak ve diyecek ki; kadının katılımı olmadan küresel ekonominin geleceği olamaz.

Genel olarak her toplantıda belli konulara atıfta bulunuyoruz, ancak bu yapmış olduğumuz atıflar uyarınca çalışmazsak, bu yapmış olduğumuz çalışmalar, bu yapmış olduğumuz atıflar çok da faydalı olmuyor. Benim katıldığım birçok toplantıda her zaman için cinsiyet eşitliği ve kadının güçlendirilmesine atıfta bulunuldu. Ancak, bir başka I olan implementation, yani uygulama bu hedeflere ulaşabilmek için çok çok önemli, aksi halde biz güzel toplantı salonlarında, bunun gibi bir salonda konuşuruz dururuz. Ancak Somali’de söylemiş olduğum gibi, Bosna, Irak, Suriye’de kadınların yüzünde mutluluğu göremeyiz. Bütün bu ülkelerde tarihi krizler ve dönüşümler yaşanıyor.

Geçtiğimiz yıl Birleşmiş Milletler’de Kadının Güçlendirilmesi ve Cinsiyet Eşitliği konulu üst düzey bir toplantıya katıldım 6 Mart’ta, Dünya Kadınlar Günü’nden 2 gün önce ve ben tek erkek çağrılı konuşmacıydım orada, onu da gördüm. Ben bunun da altını çizdim, başkaları da olmalı çağrılı konuşmacı olarak. Ve hiçbir lider New York’a geldiğinde o toplantıya, Kadının Güçlendirilmesi ve Cinsiyet Eşitliği konulu üst düzey toplantıya katılmamıştı, diğer hanımefendiler arasında bir tek erkek temsilci olarak ben vardım. Kıymetli dostum Angel burada, kıymetli dostum Angel de size OECD Genel Sekreteri sıfatıyla zaten konuşma yapacak, en azından o da bugün burada benimle birlikte.

Öncelikle kadınlarla eşit olan erkekler olarak biz şunu kabul etmeliyiz: Tarih bütün insanlar tarafından şekillendirilir, sadece erkekler veya sadece kadınlardan değil. Evde nasıl omuz omuza çalışıyorsak, biz ekonomide de, üniversitelerde de, okullarda da, her yerde, toplumun her segmentinde, her yerinde omuz omuza çalışmalıyız.

New York’ta 2015 sonrası kalkınma gündeminin kabul edileceği törene katılacağım bu ayın sonunda ve dört gözle bekliyorum bunu, orada da yine cinsiyet eşitliği konusunun altı çizilecek.

Ben Dışişleri Bakanıyken, hala hatırlıyorum, o dönemde gurur duyduğumuz şeylerden bir tanesi şuydu: 2010 yılında ben Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Başkanlığını yapıyordum, bizim Dönem Başkanlığımız esnasında bir başka inisiyatif vardı, bu da kadına karşı şiddetin önlenmesi inisiyatifiydi. Dönem Başkanlığımız esnasında Avrupa Konseyi içerisinde biz bir doküman kaleme aldık uluslararası konvansiyon şeklinde, kadına karşı şiddetle nasıl mücadele edilir konuluydu bu ve bu konvansiyona bugün İstanbul konvansiyonu deniyor ve Türkiye bu konvansiyona imza atıp bunu onaylayan ilk ülke oldu. Bu gösteriyor ki, güçlü bir geleneği, eski bir geleneği, tarihi bir geleneği olan ülke olarak; ki biliyorsunuz ilk yerleşim dünyada Çatalhöyük’te gerçekleşti ve orada kadınlar hayatı sürüklüyordu, erkekler değil Çatalhöyük’te. Ve o dönemden bugüne geleneksel aile hayatımız içerisinde Konya’da şu anda bile kadınlardır genellikle karar verici olanlar. Erkekler güçlü görünür, diğer her şeye erkekler karar verir gibi görülür ama, aileyi ilgilendiren en önemli kararları hep kadınlar alır. Yani bu hayatın bir gerçeği, ailelerin çoğunda böyledir. Çocukların ihtiyaçlarının bazılarından ben haberdar bile olmam, çünkü çocukların gelip benden izin istedikleri noktada önce annelerine gitmişlerdir, ondan izin alamadıkları için bana gelmişlerdir. Ve çocuklar şunu söylerler: Ne olur anneme bakma, sen kendin karar ver, çünkü o vermeyecek. Çünkü evde karar mercii annedir, çocuklar bile bunu bilir, gerçek karar verici evde annelerdir. Neden dünyada da böyle olmasın, neden dünyada kadınlar gerçek karar alıcılar olmasın? İşte bu nedenle biz W-20 inisiyatifini başlattık.

Ve ben bir konudan daha gerçekten gurur duyuyorum, Gençlik-20, Sivil-20 gibi toplantılar da gerçekleştiriyoruz, bunlar da kapsayıcılığın göstergeleridir. Videolarda da gördünüz sizler, gençler, kadınlar ve KOBİ’ler, bunlar süreçlerin bir parçası olmak zorunda.

Bugün cinsiyet eşitliğiyle ilgili küresel anlamda birçok çalışma var, bazı istatistikleri paylaşmak istiyorum.

G-20 ülkelerinde kadının iş gücüne katılımı yüzde 58’ken, erkeklerinki yüzde 86, yani arada hala bir fark var. G-20 liderleri olarak geçtiğimiz yıl Brisbane’de bizler bir taahhütte bulunduk ve bu farkı 2025 yılına kadar yüzde 25 azaltmak taahhüdüydü bu. Biz yeni bir güç oluşturmak istiyorsak ekonomilerimiz içerisinde ve olumlu bir teşvik yaratmak istiyorsak kadınlara, bu taahhüdü yerine getirmek durumundayız. Eğer bunu başarırsak 100 milyondan daha fazla kadını dünyada küresel iş gücü piyasasına dahil etmiş olacağız.

İlginç bir projeksiyon var, Dünya Ekonomik Forumu’nun tahmine göre, kadının iş gücüne katılımı yüzde 1 arttırılırsa dünyada küresel gayrisafi hasılada 80 milyar dolarlık bir artış oluyor. Yani yüzde 1’lik bir artış olursa kadının iş gücüne katılımında 80 milyar dolar ediyor, yüzde 10 olursa bu 800 milyar dolar; ki 800 milyar dolar Türkiye’nin gayrisafi yurt içi hasılasına eşit. ILO ve OECD bu ilerlemeyi ölçme konusunda çalışmalar yapacak. Arkadaşım, dostum Angel Gurria bu konuda çalışacaktır, ama sizi temin ederim, Türkiye en önde giden ülkelerden birisi olacak bu hedefe ulaşılması konusunda.

Cinsiyet eşitliği ve ekonomik fırsatlara kadınların da erişimi sayesinde sürdürülebilir kalkınma hedefimize daha yaklaşabiliriz. Kadınların eğitime, istihdama ve iş fırsatlarına erişebilmesi, aile içerisindeki yoksulluğun da azalmasını sağlayacak. Bakın Suriye’ye atıfta bulunmak istiyorum burada. Suriye’de sadece kadınlar değil, erkekler de iş bulamıyorlar, ama bir gün Suriye yeniden inşa edilmeye başlandığında bu yeniden inşanın bütün Suriyeliler tarafından, erkekler ve kadınlar tarafından yapılması gerekiyor ve biz de onlara bu noktada destek vermemiz lazım.

Türkiye’yle alakalı istatistik de vereceğim ama, ona geçmeden önce binlerce Suriyeli genç kızlar, mülteciler Türk üniversitelerinde eğitim alıyorlar bu çocuklar. Binlercesi ortaokullara gidiyor, binlercesi bu mülteci kamplarında ilkokul ve okul öncesi eğitim alıyorlar. Biz onları Türkiye’nin geleceği için hazırlamıyoruz, biz onları Suriye’nin geleceği için hazırlıyoruz. Bu yeni jenerasyon bu misyonu kendi ülkelerinde yürütmeye başladığında Suriye bundan gurur duyacak.

Türk perspektifinden bakacak olursak bu taahhütle alakalı, son 13-14 yılda biz nereye geldik; bunu da paylaşmak istiyorum, çünkü bu bir başarı öyküsüdür ve uluslararası camia bunu bilmelidir.

Mesela iş gücüne katılım konusunda kadının iş gücüne katılım oranı 2004’te yüzde 23.3 iken, yüzde 30.8’e yükseldi 2014 yılına gelindiğinde; bu da yüzde 7’den daha fazla bir artış demek.

Benzer bir artış da kadının istihdamı konusunda gerçekleşmiş, yüzde 20.8’ken 2004’te, 2014’te yüzde 27’ye çıkmış, yine yaklaşık yüzde 7’lik bir artış var.

Aynı dönem içerisinde erkeklerin iş gücüne katılımı yüzde 1 artmışken, kadınların iş gücüne katılımı yüzde 2 artmış. Bu, toplumumuzun geleceği için önemli bir gösterge. Kadınlar aynı zamanda ekonomik girişimciler ve ekonomik unsurlar olarak da işlev görmeye başladılar. Kadınlar bu toplantının organizasyonunu da yaptılar, KAGİDER, KA.DER, bu dernekler Türkiye’de ekonomi, siyaset ve toplum alanında da etki yapıyorlar. Başarılı kadınlar mikro KOBİ’leri işletiyorlar, iş liderleri de bugünün iş dünyasındaki ortamı şekillendirme katkı yapıyorlar.

2009’dan 2014’e gelindiğinde; ki Avrupa’da ekonomik kriz vardı, küresel ekonomide, her yerde kriz vardı, Türkiye’de kadın girişimciler yüzde 42 arttı, ki 110 bin istihdam demek bu. Avrupa’daki diğer toplumlarla kıyaslandığında Türkiye’de yüzde 42’lik bir artış var. İşte biz bu nedenle ekonomik krizin etkilerinden kurtulabiliyoruz, kadının eli değmiş oraya. Bu krize kadın eli değdiği için ve sizin şefkatinizle ekonominin performansı diğer ülkelerin ekonomilerinin performansından daha iyi.

2004 yılında kadın girişimcilerin oranı yüzde 4.2’yken şimdi yüzde 10’a çıkmış durumda.

Elbette ki bu gelişmeler tesadüfi değil, iyi yapılandırılmış dinamik bir kamu politikası var bu başarının arkasında. Hükümetin politikası, kadınların çalışmasını ve onların çalışmasına uygun ortamı yaratma konusundadır.

Kadının ekonomik katılımını kolaylaştıracak bir ekosistemi oluşturmak durumundayız. Bu yıl ben çok kapsamlı bir reform açıkladım kadının iş gücüne katılımını desteklemek için ve özellikle de kadınlara çocukları olduktan sonraki dönemde onların hem mali destek, hem de sosyal destek alabilmeleri için. İhtiyaç duyan kadınlar günlük yaşamlarında bunu alabiliyorlar, ama buraya da kolay gelmedik. Ben hatırlıyorum çünkü, demokrasimiz ve ekonomik fırsatlarımız birarada olmalıdır, önemlidir. Demokrasi olmazsa, eğitim özgürlüğü olmazsa, iş gücü, yani çalışma özgürlüğü olmazsa o zaman kadın güçlendirilemez.

Yakın zamana kadar Türkiye’de, özellikle 1990’larda başörtülü kadınlar eğitim alamıyorlardı, yani iş gücüne katılmalarını bırakın, eşim dahil, o jenerasyon çok sert sıkıntılar yaşadılar, baskılar yaşadılar ve o başörtülü kızlarımızın üniversitede eğitim almaları engellendi ve kamu sektöründe çalışmalarına da müsaade edilmiyordu ve negatif bir ayrımcılığa maruz kaldılar. Biz genellikle kadınlar için biz hep pozitif ayrımcılık bağlamında çalışırız, ki anayasamız da bunu söylüyor ama, negatif bir ayrımcılık vardı. Artık şimdi başörtülü kadınlarla başörtüsü olmayan kadınlar arasında bir ayrımcılık yok, herkes özgür, herkes inancında özgür, hangi yaşam stilini benimsemek istiyorlarsa onda özgür, hiç kimse başkasına herhangi bir baskıda bulunamaz.

Aynı zamanda şu konuda da ben gururluyum: On yıllar boyu devam bu baskıdan sonra bugün benim kabinemde başörtülü bir Hanımefendi Bakan olarak görev yapmakta, siyasi yaşama diğer meslektaşlarıyla eşit ölçüde katılmakta. İşte bu nedenle demokrasi ilaçtır, ekonomik kalkınmanın ilacıdır ve kadının güçlendirilmesinin ilacıdır. Eğer demokrasi yoksa, o zaman gerçek bir eşitlikten ve kadın için gerçek bir özgürlükten bahsedemeyiz.

Kadının Türkiye’deki katılımıyla alakalı politikalara bakacak olursak, çocuk bakımındaki desteklerden ücretli annelik iznine kadar birçok olumlu uygulamamız var. Türkiye’de bütün annelere özel bir hediye olarak bunu ortaya koyuyoruz, yaklaşık 300 liralık da bir katkı var ilk çocuk doğduğunda, 400 lira 600 lira ikinci ve üçüncü çocuk doğduğunda hediye ediyor devlet ve bu babalara değil, annelere veriliyor ve anneler her türlü desteği de hak ediyorlar. Çünkü o çocuğu dünyaya getirirken erkekler, babalar iyi haberi almak için ameliyathanenin kapısında bekliyorlar ama, kadınlar içeride o doğum sancılarını çekiyorlar.

Destekleyici çok sayıda politikamız var; mikro kredi programlarımız, çocuk bakımı ve sosyal destek programları ve koşullu sağlık hizmetleri programlarımız var. Bu desteklerle birlikte biz kadınların ekonomik yaşamdaki paylarının arttığını gördük. Ama diğer taraftan baktığınız zaman iş gücüne katılım tek başına yetmez, genel olarak kadınlar bildiğiniz gibi erkeklerden daha az kazanmakta. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün raporuna göre, erkekler ve kadınlar arasında hala ücret farkları var ve kadınlar genelde erkeklerin kazandığının yüzde 77’si kadar kazanıyor; Türkiye’de de bu durum buna yakın bir durum. Evet, cinsiyet eşitliği önemlidir, ama ücret eşitliği de önemlidir. Burada biz bugünden başlamalıyız çalışmaya, çünkü eşitliğe gelmek için 70 yıl geçti geçmişte, bir 70 yıl daha bekleyemeyiz. Kadınlar genellikle o rapora göre kötü çalışma şartları altında çalışıyorlar ve düşük ücretli işlerde çalışıyorlar. Eğitim-öğretim olanaklarına yeteri kadar ulaşamıyorlar ve karar alma süreçlerine katılamıyorlar, ücretlerin müzakere edildiği süreçlere çok fazla katılamıyorlar. Ama kadınlar toplumun yüzde 50’sini oluşturarak toplumun ayrılmaz parçaları olarak görünmekteler ve eğer onları biz dışarıda bırakırsak bütün insanlığın geleceğini baltalamış oluruz.

Kıymetli delegeler, Türkiye geleneksel olarak kadının siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşama katkısını artırma konusunda hep çalışma yapmıştır ve belki birçok insan bilmez, dünyada kadınlara seçilme hakkını veren ilk ülkelerden biri Türkiye’dir, Avrupa’da da ilktir. Ve 1934 yılında anayasa değişikliğiyle, ki neredeyse 100 yıl oluyor, Türkiye’de kadınlara siyasi haklarını veren ilk ülke oldu. Ve Türkiye’de Parlamentoda Parlamentonun yüzde 18’ini kadınlar oluşturmakta. Tabi ki bu bizim için yeterli bir rakam değil. Bir başka toplantıda size hitap ediyorken umarım bu rakam yüzde 25’e yükselmiş olur ve önümüzdeki seçimlerde de inşallah bu oranlara ulaşırız. Biz kadınların siyasi yaşama daha fazla katılmalarını istiyoruz, çünkü siyasete de şefkat getirecektir.

Eğitim konusunda, sağlık konusunda, istihdam ve katılım konusunda Türkiye’de önemli iyileşmeler oldu son dönemde. Biliyorsunuz, eğitimde bir kampanyamız vardı, Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde başlatılmıştı ve Hanımefendi de buna katkı yapmıştı, Haydi Kızlar Okula kampanyasıydı bu ve kızların okula gitmesiyle alakalı. Bugün yüzde 96’ya dışmış durumda yüzde 90’larda olan oran ve umuyoruz ki biz bu oranı yüzde 100’e çıkaracağız.

2000 yılında yüzde 19’luk kadınlarda okuma-yazma bilmeme oranı vardı, şimdi bu oran yüzde 6’ya indi ve yüzde 1’in altına indirmek istiyoruz bu oranı mümkün olan en kısa zamanda.

Kadınların sağlık haklarına baktığımız zaman, gerçekten sağlık sisteminde devrimsel bir değişiklik oldu Türkiye’de son 10 yılda ve kadınlar bundan faydalandı. Türkiye dünyada 1990’la 2008 yılları arasında doğum esnasında anne ölümlerini en aza indiren 10 ülkeden bir tanesi oldu. Çünkü bizim deneyimlerimiz var, ben annemi 4 yaşındayken kaybettim, hastaneye yetiştirilememişti, çünkü dağlık bir köyde yaşıyorduk ve hamileyken hastaneye yetiştirilemediği için hayatını kaybetti. Dolayısıyla, bu istatistikler çok önemli ve sürekli olarak bunu iyileştirmeye devam ediyoruz.

Bebek ölümlerinde de çok kayda değer bir düşüş oldu. Prenatal ve postnatal hizmetler de, yani doğum öncesi ve doğum sonrası anneye verilen hizmetler de artırıldı. Ve düzenli nakit yardımı da ailelere, kadınlara yapılmaya başlandı ki çocuklarını, yani 0-6 yaş arasındaki çocuklarını sağlık hizmetlerine götürebilsinler ve kadınlar da çocuklarını hastanede doğurmaları şartıyla düzenli olarak sağlık hizmetleri alabiliyorlar ve hastaneler bu desteği veriyorlar.

Mikro tabanlı bir simülasyon analizi bize şunu gösteriyor: Tam zamanlı işlerde kadının katılımı yüzde 6 artmış ve bizim kalkınma planımızın bir parçasıdır bu esasında, 2006’yla kıyaslandığında biz bu oranı artırmak istiyoruz. Eğer biz bunu yüzde 20’lerin üzerine çıkarırsak hane halkı gelirinin de yüzde 7 artacağını görüyoruz. Yani buradan şunu anlıyoruz: Refah kadınların o şefkatli ellerinden gelen bir şey. Aynı zamanda eşit eğitim ve profesyonel, yani mesleki fırsatlara erişme eşitliği gibi konulara da önem veriyoruz.

Biz insanlık için daha iyi bir gelecek istiyorsak, kadını destekleyecek ve eşitsizliği ortadan kaldıracak her adımı atmalıyız. Türkiye bölgesel ve uluslararası düzeyde kadın haklarının iyileştirilmesi konusunda çalışmıştır ve uluslararası platformlarda desteğini vermeye devam edecektir. 2010’da bildiğiniz gibi, az önce de söylediğim gibi, kadına karşı şiddet konulu bir inisiyatif başlatmıştık. Bugün Türkiye’deki etkili STK’lar bu W-20 inisiyatifine destek olmakta.

Bu yıl G-20 gündemi içerisinde ben 3 tane ilkeden bahsetmiştim, kapsayıcılık, uygulama ve yatırım. Amacımız, güçlü, sürdürülebilir ve dengeli bir kalkınma. Kapsayıcılıkla alakalı olarak çok ayrıntılı bir şekilde bunlardan bahsettim az önce. Ben 2 tane daha unsur eklemek istiyorum.

Bunlardan biri KOBİ’lerdir; ki KOBİ’ler bildiğiniz gibi farklı, yani üst düzey geliri olan firmalarla geliri çok az olan küçük firmalar arasında bir köprüdür ve burada kadının katılımı da çok önemlidir. Bizim KOBİ çalışmalarımızda şunu gördük ki; KOBİ’ler artık daha fazla kadınların yönetiminde, bu da çok iyi bir fırsattır kadının ekonomik hayata katılımı için.

Bir başka önemli konu isi kapsayıcılıkla alakalı, gençlerin işsizliğidir. Bugün hepimiz için çok önemli bir sorun bu gençlerin işsizliği sorunu. Bakabilirsiniz, siyasi sıkıntıları olan ülkelere baktığınız zaman gençliğin işsizlik oranları bu ülkelerde çok yüksektir. Biz müreffeh ve istikrarlı ekonomik ve siyasi bir yaşam istiyorsak gençlere daha fazla fırsat vermek zorundayız. Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da, bugün hatta Yunanistan’da, Ukrayna’da, birçok ülkede, siyasi istikrarsızlık olan ülkelerin büyük bir kısmında en önemli, en çarpıcı gösterge gençlerin işsizlik oranları.

Ben Başbakan olarak bana sunulan istatistiklerde öncelikle baktığım şey, gençlerin istihdam oranıdır. Ve G-20 liderlerine hep bu çağrıyı yaptım, birlikte çalışalım ve gençlerin işsizlik oranlarını azaltalım. Sadece bizim kendi ülkelerimizde değil, küresel olarak bunu azaltalım. Çünkü gençlerin işsizliğine küresel olarak bir çözüm bulamazsak şundan emin olun ki; o gençler gelişmiş ülkelere ya göç edecekler ya da mülteci olacaklar iş aramak için.

Dün G-20’nin bazı sayın bakanları öğle yemeği esnasında Avrupa’ya göçü nasıl engelleriz diye bir soru sordular. Şu anda her yerde, Avrupa’da gündem bu. Öncelikle ben de dedim ki, etrafınızdaki siyasi krizler bir sona erdirin, o insanlara yardım edin ki o insanlar Avrupa’ya geleceğine kendi ülkelerinde kalsınlar.

Dolayısıyla, uluslararası barış için en iyi yöntem ekonomik işbirliğidir ve karşılıklı bağımlılığa dayalı ilişkiler oluşturmaktır. Küresel bir köyde yaşıyoruz bugün, hiç kimse kendisini güvende hissedemez. Gelişmiş ülkelerin başkentinde yaşıyor olabilirsiniz, geliriniz yüksek olabilir, ama sizin ekonominiz yüksekse, diğer ekonomiler kötüyse, borç yükü fazlaysa kendinizi güvende hissedemezsiniz. Sadece New York’ta bazı Afrikalı ülkelerden çok daha fazla elektrik tüketimi var. Siz bu boşluğu, bu farkı ortadan kaldıramazsanız dünyaya barış getiremezsiniz. Biz sadece egosantrik bir şekilde sadece kendimizi düşünerek yürütemeyiz işleri. Ben, benim ülkem ve benim şirketim, bu anlayış olmaz. Bizim ülkemiz, bizim dünyamız, bizim şirketlerimiz, bizim geleceğimiz, bizim kendi ortak kaderimiz, böyle düşünmeliyiz. Dün ben bunları söyledim ve kadınlar çok daha sofistike bir şekilde benim bu söylediklerimi anlıyorlardır.

Dün de anlattım, benim Dışişleri Bakanıyken yaşadığım bir anekdot vardı, Birleşmiş Milletler’de çevre konulu bir toplantıya katılmıştım ve genellikle diplomatlar; ki diplomatlardan ben özür diliyorum bu vesileyle ama, biliyorsunuz diplomatlar oldukça sıkıcı metinler hazırlar bakanları onları okusun diye, ulusal pozisyonları ortaya koyan dokümanlardır bunlar, eleştirmiyorum, yani olanın tespitini yapıyorum. Ama o toplantıda 50-60 tane dışişleri bakanı vardı ve çevre konusunda konuşuyorlardı ve bütün bakanlar kendi ulusal pozisyonlarını, ulus devletlerinin pozisyonlarını ellerindeki metinlerden okuyorlardı. Ve sıra bana geldiğinde ben şunu gördüm: İnsanlar artık dinlemiyorlar ve gerçekten sıkılmışlar, ben de elimdeki metni okumadım. Ve onun yerine dedim ki, ben kendi ulusal pozisyonumuzu anlatan resmi metni okuyamayacağım size, örnek vereceğim sadece. Diğer bütün konularda dedim bizler ulus devletlerimizin bakanları olarak konuşabiliriz, ama konu çevreyse bizler kendi ülkelerimizin dışişleri bakanı olarak değil, insanlığın içişleri bakanı olarak konuşmalıyız, çünkü hepimiz aynı kadere mukadderiz.

Belki bir gün dünyada tek bir dünya hükümeti olmayacak, ama önde gelen ekonomilerin liderleri, dünyanın liderleri eğer empati yaparak düşünmezlerse diğerlerini de anlayabilmek adına ve meselelere bütün insanlığı temsilen yaklaşmazlarsa, tek bir ulus devletle biz bu sorunları çözemeyiz. Öncelikle mantalitemizde devrimsel bir değişim yapmak durumundayız. Ontolojik bir varoluşumuzu olmazsa siyasi bir varoluşumuz da olmaz. İnsanlığın hayatta kalması garanti olmazsa, siyasi hayatta kalma da garanti altında olmayacak. Burada biz sadece devletlerin siyasi olarak hayatta kalmasından bahsetmiyoruz, insanlığın, insanoğlunun hayatta kalması bizim için çok daha önemli ve eşrefi mahlukattır insan ve kadınlar da bu insanlığın önde gelen kısmıdır. Ve biz bu ortak gelecekte kadın şefkatini, kadının merhametini görmek istiyoruz.

Related News